Maybe there's another option:))


















One day a farmer's donkey fell down into a well. The animal cried piteously for hours as the farmer tried to figure out what to do. Finally, he decided the animal was old, and the well needed to be covered up anyway; it just wasn't worth it to retrieve the donkey. He invited all his neighbors to come over and help him. 
They all grabbed a shovel and began to shovel dirt into the well. At first, the donkey realized what was happening and cried horribly. Then, to everyone's amazement he quieted down. A few shovel loads later, the farmer finally looked down the well. He was astonished at what he saw. With each shovel of dirt that hit his back, the donkey was doing something amazing. He would shake it off and take a step up. As the farmer's neighbors continued to shovel dirt on top of the animal, he would shake it off and take a step up. Pretty soon, everyone was amazed as the donkey stepped up over the edge of the well and happily trotted off! 
MORAL : Life is going to shovel dirt on you, all kinds of dirt. The trick to getting out of the well is to shake it off and take a step up. Each of our troubles is a steppingstone. We can get out of the deepest wells just by not stopping, never giving up! Shake it off and take a step up. 
Remember the five simple rules to be happy: 
1. Free your heart from hatred - Forgive. 
2. Free your mind from worries - Most never happens. 
3. Live simply and appreciate what you have. 
4. Give more. 
5. Expect less from people but more from yourself.










Çekip gidiyorsun; "Mücadele et" diyorlar,

Alttan alıyorsun; "Tepene çıkardın" diyorlar,

Bağırıyorsun; "Sakin ol" diyorlar,

Aklı başında davranıyorsun; "Bu kadar uslu olunmaz" diyorlar,

Dikine gidiyorsun; "Yaşına başına yakışmaz" diyorlar,

Ölünce ne diyecekler acaba? Dirimizi beğenmediler ki ölümüzü de beğensinler...

Einstein'dan...















Kızlarınızı iyi yetiştirin;


Kendi kendilerine yetmeyi öğretin.


Namuslu olmanın yürekten geçtiğini öğretin.


Evden çıkar çıkmaz ilk köşede eteğinin boyunu kısaltmasına gerek olmadığını öğretin.
İstediğini giymeyi öğretin.
İnsanın ahlakının sadece kendi beyninde olduğunu öğretin.
Kıskanılmanın sevilmeyle aynı olmadığını öğretin.
Kıskanılmanın güzel, saygısızlığın kötü olduğunu öğretin.
Beni çok kıskanır, dışarı çıkarmaz, şunu bunu giydirmez diyen adamla gurur duymamayı bunun aslında kendine hakaret olduğunu öğretin.
Arayıp neredesin; kiminlesin vs. diyen adama seni tanımadan önce nasıl davranacağımı bilmiyor muydum haddini bil demeyi öğretin.
Eşlerini aldatan erkeklerin yanındaki ikinci kadın olmamayı öğretin.

Oğullarınızı iyi yetiştirin;

Karşı cinse saygı duymayı öğretin.
Gece yarısı evine geç dönen kadının, her kısa etek ile dolaşan kadının “aranmadığını” öğretin.
Bir kadının omzuna arkadaş olarak da sarılabileceğini öğretin.
Dokunmaktan korkmamasını öğretin.
Sevmenin değer verme olduğunu öğretin.
Sahip çıkmayla sahibi olmanın farklı olduğunu öğretin.
Bulunmaz hint kumaşı olmadıklarını; olsalar bile burun silinen mendillerinde kumaştan yapıldığını; hiç kimseyi küçük görmemeyi öğretin.
Ama bunları önce kendi içinizdeki çocuğa öğretin.
Prof. Albert Einstein, Eylül 1946
ABD Toplum Gönüllüleri Vakfı'nın düzenlediği bir Konferans konuşmasından alıntı

Puro...




















Puro

"Bir insan hem sigara içmekten nefret eder, hem de puro içmeye bayılabilir mi?"

Bu sorunun provokatif bir cevabı var: “Evet !”

Bu cevap sigara içen ve içmeyen insanlarda gerçekten bir antipatiye sebep oluyor.

Bu soruya “evet” cevabı veren biri olarak empati yaptığımda, bu reaksiyonu anlayabiliyorum.

Üstelik öte yanda ben de topluma açık yerlerde tütün yasağının ateşli bir savunucusuyum. Ama oraya kadar. Sonuçta olayın kişisel özgürlük yanı ağır bastığında, başkalarına zarar vermeden puro içme hakkımı da sonuna kadar savunuyorum. Bunun bir sürü nedeni var. Ama en temel anlaşılan nedeni sigara içen kişi; endüstriyel bir ürün olan sigarayla, sadece ve sadece nikotin ihtiyacını karşılarken; sanatsal bir ürün olan el yapımı bir puro, her sanat eseri gibi keşfettikçe keyif alınan bir değerdir. Bu çerçevede bir puro sever olarak bunu hayattan keyif alma yollarımdan biri olarak değerlendiriyorum.

Tabii her şey gibi puro da dengeli ve kontrollü tüketilmelidir. Fazla tüketildiğinde suyun bile zarar verdiği düşünülürse; hayatımızın her noktasında dikkat etmemiz gereken “denge” kavramı burada da karşımıza çıkar.
Hala mizah dergilerinde zengin kapitalistlerin simgesi olan ve toplumda bu nedenle genelde kötü imajı olan bu ürünün vatanının, dünyanın fakir ülkelerinden biri olan Kübanın olduğunu bilmeyen yoktur. Ancak yeterince derinliğinle tanıyanlar ülkemizde hem dünyada çok sınırlıdır.
Bu çok normaldir, çünkü puro pahallı lüks bir zevktir ve maalesef (Küba dışında) ancak maddi durumu iyi olanlar tüketebilir.

İçmeden bilinmesi gerekenleri sizler içinaşağıda özetlemeye çalıştım ....

1- Puro gevşemek için içilmez; ancak gevşemiş insan puroyu keyifle içebilir.
Aksi halde ne kokusunu anlarsınız, ne yaprağın dokusunun keyfini hissedersiniz, ne estetiğine konsantre olabilirsiniz.

2- Aç karnına içilmemelidir. Mutlaka iyi bir yemeğin arkasından gelmeli ve beraberinde iyi bir single malt viski, armangac, cognac, kahve vs ile birlikte tüktilmelidir.

3- Puro içerken ağızda tükürük birikirse (tok haldeyken pek bu olmaz) yutmak yerine tükürmek gerekir, yoksa ağızınız acılaşır ve keyif alma derecesi azalır.

4- Puro ciğerlere çekilmez, dumanı dilin altında tutulur ve nikotin dil altındaki tükürük bezleri ile alınır.

5- Yeni başlayanlar puro içmeye hafif ve orta sertlikteki purolar ile başlamalıdırlar. Daha sonra sert ve uzun purolara isterlerse geçebilirler.

6- Puro çok iyi yakılmalıdır. Tercihen sülfürsüz kibrit en iyi yakma aracıdır. Homojen bir yakma ateşin doğru yürümesi için olmazsa olmaz koşuldur. Aksi takdirde ateş bir taraftan fazla yürüyünce puronun dengesi ve lezzeti bozulur.

7- Puro yakıldıktan sonra 1 dakika kadar içilmeden, ateşin oturması beklenir. Daha sonra da ortalama dakikada bir duman çekilerek içilir. İçilmediği süre zarfında soğuması için kül tablasına pararlel pozisyonda koyulur. Eğer, daha fazla sıklıkla çekilirse, puro aşırı ısınır ve acı katranlarla yağlar açığa çıkar ve puronun lezzeti kaçar.

8- Düzenli içilmeyen puro sönecektir. Bu durumda külü silkrek tekrar yakma veya nemi hala uygunsa, puronun yanık ucunu bir miktar kesip atmak daha iyidir (bu işlemi yapmak için kesicinizin çok kaliteli ve keskin olmasına dikkat edin). Bir dahaki yakışta puro parmak arasında yere paralel konumda tutulurken, ateşin alevinin puronun sadece ucuna değmesine dikkat ederek, puro yavaş yavaş döndürülerek tekrar yakılır. Puronun ucu yeniden yanmaya başlayında, yumuşak emişlerlele puroyu homojen şekilde yakmaya gayret edin. Çok çekerseniz puro ısınacağından lezzet kaçacaktır. Bu ufak ufak çekmeler esnasında eşit yanma yoksa yine o bölgeye ateş tutularak eşit yanma sağlanır. Bu aşamadan sonra ateş oturduktan sonra yine normal içime geçilir.

9- Puro dumanı çekilince, aynı şarap tadımındaki gibi, duman ağız içinde gezdirilir ve yumuşak bir şekilde üflenir. Bu aşamada puro tadılır ve koklanır.

10- Puro dişler arasında tutulmaz. Daima paralel olarak ya dudak arasında, ya kül tablasında, ya da parmaklar arasında tutulur. Sürekli dudakta tutulan puro, tükürük salımını arttırır, bu da puroyu ıslatır ve içimini zorlaştırır.
11- Puro yarım saatten fazla sönük kalırsa, tekrar yandığında biriken katran ve nikotin acı tat verir. O nedenle içmeden evvel içeceğiniz puronun boyutunu zamanınıza göre seçmeniz ve puroyu bir seferde biterecek gibi plan yapmanız önemlidir.

12- Puro külü, içindeki ısının dengesi açısından önemlidir. O nedenle mümkün olduğunca az aralıkla temizlenmelidir. Puro külü kendi kendisi düşmesine yakın silkilmelidir. Bunu külü takip ederek gözlemleyebilirisiniz. Puro için tercihen puro kül tablası kullanın ve asla bastırarak söndürmeyin, kendi kendine sönmesine müseade edin. Bastırılarak söndürülürse havaya çok daha fazla duman yayacaktır.

13- Puronun sertliği tamamen üreticisinin tecihine göre şekillenir. Bunun yanı sıra bazı ülkeler daha sert, bazıları daha yumuşak puro üretirler. Örneğin Küba genelde sert puro üretir, bununla beraber hafif veya orta sertlikte Küba puroları da vardır. Puronun sertliği içindeki katran ve nikotin oranı ile belirlenir. Katran ve nikotin miktarının yanı sıra puronun yaprağının cinsi, üretim şekli vs bir çok faktörden oluşan karmaşık bir dizi etmen puronun sertliğini belirler.

14- Bu konuda genel kaide yoktur. Tek temel karar verebileceğiniz etmen puronun siz lezzet alacağınız noktasına kadar içilmesidir. Eğer keyif alamıyorsunuz, içim bırakılmalıdır.

15- Puronun kalitesini anlamak için nemlilik-koku-tat içeren bir dizi basit test yapılır. Puroya çimdik atılarak nem oranı tesbit edilir. Nemini kaybetmiş bir puro,ruhunu kaybetmiş demektir. Koklayarak kendine has kokusu var mı anlaşılmaya çalışılır, iyi puroların hepsi kendine has kokuları barındırırlar. Usulüne göre yakılmış bir purodan iki üç nefes aldıktan sonra, ucundan çıkan duman koklanır ve tütünün kendine has kokusu olup olmadığı anlaşılmaya çalışılır. Tadı acımı, baharatlımı, odunumsumu, kahvemsimi, gövdeli (hafif-orta sert) gibi değerlendirmeler bir nevi şarap tadımını andıran değerlendirmeler yapılır.

16- Her boy ve tip puronun bir içim zamanı vardır. Sabah kahvaltısı sonrası bir “mini” veya “petiti corona” iyi giderken; iyi bir yemek ve şarabın ardından, tercihen bir dijestif içecekle (Cognac veya Armagnac, Single Malt viski vs.) gövdeli ve sert içimli bir puro içmek gerekir.

17- Puro yakmak yöntemine göre yapılması gereken bir işlemdir. Başkasının purosuna ateş tutmak veya dengeli yakma imkanı vermeyeceğinden herkesin kendisi yapması gereken bir işlemdir.

18- Puronun ucunu uygun bir kesici veya delici ile delinmelidir. Dişle koparılan puroların sargısı bozulacağından, puro sonuna doğru üst sargı açılmaya başlar ve içimin keyfi kalmaz.

19- Puro kokusu itibari ile bir çok kişiyi rahatsız edebileceğinden ve çok duman çıkaracağından tercihen başkalarından izin alınmadan kalabalık ortamlarda içilmemelidir. Özellikle misafir olarak bulunduğunuz mekanlarda ev sahibinden izin almadan puro içilmemelidir.

20- Küçük çocukların ve ciğer hastalıklarına hassas kişilerin bulunduğu ortamlarda da, sağlığa zararı nedeniyle puro içilmemelidir.

21- İyi puro seçimi için bilinmesi gerekenler elbette vardır. Ancak hangi gün ve saatte, hangi yemeğe uygun puro içeceğinize zaman içerisinde yaptığınız denemelerle kendiniz belirlemelisiniz. Size çok iyi gelen bir purodan başkasının hoşlanamayabileceğini unutmayın.
Bunun dışında ise şunlara dikkate alın:
a- İçme zamanına ve sürenize bağlı olarak değişik boylarda puroyo stoklarınızda bulundurun
b- Almadan evvel almayı planladığınız puroların özelliklerini inceleyin (harman, sarılma işçiliği, dış sargı yaprağı kalitesi, aroma, gövde vs)
c- Puronun kalitesi ne olursa olsun, en önemli kriter puronun saklama koşullarıdır. Uygun nemde saklanmamış puro özelliklerini kaybetmiştir. Satın aldığınız yerin saklama koşullarına dikkatle inceleyin.
d- Puro dış görünüş itibariyle düzgün sarımlı olmalı, sargı yaprağı iri damarlı olmalı, yaprak üzerinde çatlak, delikler ve küf olmamalıdır.


22- Puro bir tütün ürünü olduğundan sağlığa zararı konusunda şüphe yoktur. O yüzden dengeli, bilinçli ve sınırlı tüketim ile bu zararlar sınırlanabilir. Kaliteli purolarda kullanılan tütün yaprakları, fermentasyondan geçtiklerinden içlerindeki katran, nikotin ve kimyasallardan büyük oranda temizlenmişlerdir. Doğal tütünle katkı maddesiz yapılan puro, sigarada olduğu gibi kağıt, kırpıntı tütün, kimyasal madde içermez ve bu yüzden sgaraya göre daha az zararlıdır. Aynı şekilde içe çekilmeyen puro sigara gibi sık içmek için pratik değildir.
Bir çok gerçek puro sever, yazımın başında belirttiğim gibi, sigarayı hiç sevmez ve tüketmez.


güzel...


karınca hedefine kilitlenince yol bitermiş...


İş yönetimi dersleri : Çin'li hırsız...





















Çin'in Guangzhou kentinde bir banka soygunu.  Soygunculardan biri
bankadakilere bağırır:  "Kımıldamayın.  Para devletindir, ama
hayatınız sizindir."



Herkes sessizce yatar...  Bunun adı "Zihin Değiştirme Kavramı"dır.

Alışılmış düşünce tarzını değiştirmek...



Bu arada müşterilerden bir kadın bir masanın üzerine yatmıştır.  Ama
bacaklar ortada... Soyguncu bağırır: "Edebini takın.  Bu bir soygun,
ırza geçme değil!"



Bunun adı "Profesyonellik"tir. İşin neyse onun üzerinde yoğunlaş!

Soyguncular paraları yüklenip eve kapağı atmışlar.  Daha genç olanı
(MBA derecelidir) daha yaşlı olanına (ki bu ise 6 yıl ilkokuldan sonra
terk): "Abi, hadi şu paraları sayalım," der.  Daha yaşlı olanı der ki:
"Çok aptalsın be. Bu kadar para oturup sayılır mı?  Bu akşam zaten TV
haberlerinde kaç para çaldığımızı öğreniriz."

Buna "Deneyim" derler! Günümüzde deneyim kağıt diplomalardan çok daha önemlidir.

Soyguncular bankadan kaçtıktan sonra Şube Müdürü, Şube Şefine hemen
polisi aramasını söylemiş. Şef demiş ki: "Durun hele Müdürüm.
Alacaklarını aldılar.  Biz de bir 10 milyon daha alıp daha önce iç
ettiğimiz 70 milyon dolara ekleyelim, ne dersiniz?"



Buna "Dalgayı yakalamak" derler. Berbat bir durumu kendi lehine çevirmektir bu!


Müdür der ki: "Yahu, her ay bir soygun olsa harika olurdu. Ne eğlenirdik!"



Buna "Sıkıntılardan kurtulmak" derler. Kişisel mutluluk işinden çok
daha önemlidir.



Akşam TV haberleri bankadan 100 milyon dolar çalındığını açıklamış!

Çaldıkları paranın çok daha az olduğu bilen soyguncular oturup
saynışlar parayı... Tekrar tekrar saymışlar. Bakmışlar hepi topu 20
milyon! Çok kızmışlar bu işe:

"Biz hayatımızı tehlikeye atıp 20 milyon çalabildik. Banka Müdürü bir
el harketiyle 80 milyon götürdü. Galiba soyguncu olmak yerine doğru
dürüst eğitim görmek daha iyiymiş!"



Bu "Bilgi altından daha değerlidir" demektir...



Banka Müdürü çok mutludur.  Özellikle bir süre önce borsada
kaybettiklerini geri alabildiği için.



Buna "Fırsatları kullanmak" derler.  Kazanmak için risk almak gerekir.


PEKI, GERÇEK SOYGUNCULAR KIMLER?

Good analysis...














During a robbery in Guangzhou, China, the bank robber shouted to everyone in the bank: "Don't move. The money belongs to the State. Your life belongs to you."

Everyone in the bank laid down quietly. This is called "Mind Changing Concept” Changing the conventional way of thinking.

When a lady lay on the table provocatively, the robber shouted at her: "Please be civilized! This is a robbery and not a rape!"

This is called "Being Professional” Focus only on what you are trained to do!

When the bank robbers returned home, the younger robber (MBA-trained) told the older robber (who has only completed Year 6 in primary school): "Big brother, let's count how much we got."

The older robber rebutted and said: "You are very stupid. There is so much money it will take us a long time to count. Tonight, the TV news will tell us how much we robbed from the bank!"

This is called "Experience.” Nowadays, experience is more important than paper qualifications!

After the robbers had left, the bank manager told the bank supervisor to call the police quickly. But the supervisor said to him: "Wait! Let us take out $10 million from the bank for ourselves and add it to the $70 million that we have previously embezzled from the bank”.

This is called "Swim with the tide.” Converting an unfavorable situation to your advantage!

The supervisor says: "It will be good if there is a robbery every month."

This is called "Killing Boredom.” Personal Happiness is more important than your job.

The next day, the TV news reported that $100 million was taken from the bank. The robbers counted and counted and counted, but they could only count $20 million. The robbers were very angry and complained: "We risked our lives and only took $20 million. The bank manager took $80 million with a snap of his fingers. It looks like it is better to be educated than to be a thief!"

This is called "Knowledge is worth as much as gold!"

The bank manager was smiling and happy because his losses in the share market are now covered by this robbery.

This is called "Seizing the opportunity.” Daring to take risks!

So who are the real robbers here?

japanese vs eastern...


OW says...


Kadın kocasını daha az sevmeli, fakat daha çok anlamalı; 
Erkek, karısını daha çok sevmeli, fakat anlamaya çalışmamalıdır.

Oscar Wilde 

Seveceksen öylece sev...

Ne kusursuz insan ara, ne de insanda kusur. 
Birincisini zaten bulamazsın, 
ikincisinde ise bulduğun her kusur, 
öğrendiğin her ayıp sahibini değil seni 
çirkinleştirir. 
Her ikisi de seni mutsuz eder. 
Birincisini bulamadığın için, ikincisini 
bulduğun için mutsuz olursun...

what a beautiful day...

Saat 4...











Saat dört yoksun
Saat beş, yok
Altı, yedi, ertesi gün
...Daha ertesi
Ve belki kimbilir...

Kitap okurum
İçinde sen varsın
şarkı dinlerim
İçinde sen
Oturdum ekmeğimi yerim
Karşımda sen oturursun
Çalışırım,
Karşımda sen

En güzel deniz,
Henüz gidilmemiş olandır
En güzel çocuk
Henüz büyümedi
En güzel günlerimiz
Henüz yaşamadıklarımız
Ve sana söylemek istediğim
En güzel söz
Henüz söylememiş olduğum sözdür

O şimdi ne yapıyor?
Şu anda şimdi, şimdi, şimdi
Evde mi, sokakta mı?
Çalışıyor mu, uzanmıp mı, ayakta mı?
Kolunu kaldırmış olabilir mi, hey gülüm
Beyaz kalın bileğini nasıl da çırçıplak eder bu hareketi

O şimdi ne yapıyor?
Şu anda şimdi, şimdi, şimdi...
Belki dizinde bir kedi yavrusu var, okşuyor
Belki de yürüyordur, adımını atmak üzeredir
Her kara günümde onu bana
Tıpış tıpış getiren sevgili
Canımın içi ayaklar

Ve ne düşünüyor, beni mi?
Yoksa ne bileyim
Fasulyenin neden
Bir türlü pişmediğini mi?
Yahut insanların çoğunun neden böyle
Bedbaht olduğunu mu?
O şimdi ne düşünüyor
şu anda şimdi, şimdi..

Saat dört yoksun
Saat beş, yok
Altı, yedi, ertesi gün
Daha ertesi
Ve belki kimbilir...






NAZIM

İyi mi kötü mü? Nimet mi lanet mi?









Çok eski zamanlarda Çinin kuzeyinde bir köyde çok ama çok güzel bir ata sahip yaşlı bir adam yaşarmış. Bu at o kadar güzelmiş ki civardan insanlar sırf atı görebilmek için yaşlı adamı ziyaret ederler ve "böyle bir ata sahip olduğun için kutsanmış olmalısın"derlermiş yaşlı adam ise "belki, ama nimet gibi görünen şey lanet olabilir" dermiş.

Günün birinde at kaçıp gitmiş bu kez insanlar ne kadar üzgün olduklarını belirtip "herhalde lanetlendin" derlermiş. Bir süre sonra at yanında her biri birbirinden güzel 21 vahşi atla geri gelmiş köyün yasalarına göre atlar yaşlı adamın olmuş ve insanlar yine "sen kutsanmış olmalısın"demeye başlamışlar, yaşlı adam yine"belki, ama nimet gözüken lanet olabilir"dermiş.

Bir süre sonra yaşlı adamın genç oğlu vahşi atları eğitirken düşmüş ve ayağını kırmış, insanlar yine yaşlı adama "yok yok sen lanetlisin" demişler, yaşlı adam bu kez "lanet gözüken şey nimet olabilir"demiş.       Bir süre sonra köye imparator gelmiş köyün bütün sağlam gençlerini askere almış ayağı kırık olan yaşlı adamın oğlu köyde kalmış çıkan savaş sonunda köyün bütün gençleri ölmüş askere alınmadığı için yaşlı adamın oğlu sağ kalmış ve o günden sonra köyün bütün insanları "nimet gibi gözüken şey lanet, lanet gibi gözüken şey nimet olabilir" düşüncesini hayat felsefeleri yapmışlar.









Tilkinin biri yiyecek bir şeyler ararken bir duvara rast gelmiş duvarı aşmak için bir delik ararken duvarın bir daire şeklinde olduğunu görmüş ama bu arada küçük bir delik fark etmiş, delikten bakınca ne görsün başı boş gezen tavuklar, çeşit çeşit dalları yere kadar uzanan meyve ağaçları ve diğerleri...

Tilki mutlaka öbür tarafa geçmem gerek demiş kendi kendine ancak deliğe bir türlü sığamamış bunun üzerine biraz zayıflayayım demiş, 1 hafta yememiş içmemiş ve delikten geçmeyi başarmış, bir güzel karnını doyurmuş ama duyduğu bir ses ile avcıların onu aradığını fark etmiş ancak kilo aldığı için delikten geçememiş, bunun üzerine tekrar rejime başlamış ve 1 hafta yememiş içmemiş ve delikten geri geçmeyi başarmış.

Tilki duvara doğru bakmış ve kurtulmanın verdiği sevinçle "hiç bir şey göründüğü gibi değil" demiş...













"Neler oluyor?" cevabı için birkaç ipucu:

* 1960 lar : İhtilal, Türkiye Başbakanı'nı ve bakanlarını astı. Demokrasiye ara.
*1970 ler : Sağ-sol diye birşey çıktı. Kardeş kardeşe düştü. Ne için, kimler için anlamadan öldüler.
* 1980 ler : İhtilal. Demokrasiye ara. Anarşi bitti. Asala ve sonrasında PKK çıktı.
* 1990 lar : Terör devam. İstikrarsızlık. Beceriksiz koalisyonlar. 
* 2000 ler : Terör devam. İstikrar. Ekonomik+politik açılımlar. "Güçlü" ile hileli mücadele girişimleri.

* 2013 son 3 ay : 
Yüzyılın projeleri imzalanıyor/başlıyor:
-- Türkiye tarihinde en düşük borçlanma faizi seviyesi (%4,65) gerçekleşti
-- 30 yıldır süren, 30,000 kayıp verdiğimiz ve bitmez denen "terör" bitiriliyor,
-- Kanal İstanbul projesi
-- 3.Köprü (Dünyanın en geniş asma köprüsü)
-- 3.Havaalanı (Dünyanın en büyüklerinden biri, THY'yi en büyük hub yapacak)
-- Başta Almanya ve İngiltere, AB ülkeleri hızlı büyümeden rahatsız. Artık açık açık projeleri engellemeye çalışıyorlar.
-- 31 Mayıs : Modern demokrasilerde örnek gösterilecek bir çevrecilik eylemi. "Uyuyan, anlamaz denen, tepkisiz denen" genç demokratlar tepkilerini gösterdiler.
-- Demokratik mücadeleyi yapamayan ve muhalefet özürlüsü grupların da kışkırtması ile "demokratik tepki" artık şekil değiştirdi. Fırsat kolluyan leş yiyciler iş başında...

* Ne olur? Türkiye büyüktür. Hep büyük olacaktır. Bugün ve yarın...

* Bugünün efe'leri sırça köşklerine çekilir. Olan gene masum gençlere olur...

kümes kuruldu... tilkilere iş çıktı...


Bİr hayalin gerçek olması...















Adamın biri, her mehtaplı gecede alır başını deniz kıyısına gidermiş.
Dönüşünde sorarlarmış:
- Ne gördün?
- Dünya güzeli deniz kızları gördüm, altın saçlarını gümüş taraklarla tarıyorlardı, dermiş hep.

Bir gece yine tek başına deniz kıyısına vardığında, gerçekten dünya güzeli deniz kızları görmüş, altın saçlarını gümüş taraklarla tarıyorlarmış.
Döndüğünde yine sormuşlar:
- Ne gördün?
- Hiç demiş... hiç bir şey...

Oscar Wilde'ın yukarıdaki harika öyküsünü ilk okuduğumda ortaokuldaydım ve ne demek istediğini anlamamıştım. Daha sonra unutmuşum. Yıllar sonra rastladığım Haldun Taner’in bir sözü bana öyküyü hem hatırlattı hem de ne demek istediğini çok çarpıcı bir şekilde gösterdi.

Şöyleydi söz:

“Bir hayalin gerçek olması kadar hayal kırıcı bir şey yoktur.”

Daha sonraları ise bu tema pek çok edebi eserde karşıma çıktı.
Örneğin Simyacı’da... Hatırlarsanız orada bütün yaşamı boyunca tek hayali para biriktirip Mekke’ye hacca gitmek olan bir dükkan sahibi vardı. Adam; artık gerekli parayı fazlasıyla biriktirmiş olduğu halde bir türlü gitmiyordu.


Bu hayalin kendisini yaşama bağlayan çok önemli bağ olduğunu düşünüyor ve onun gerçekleşmesi halinde bu önemli bağı yitireceğinden korkuyordu. Haklıydı aslında.

Düşünüyorum da... Herkesin böyle hayalleri var, mutluluğunu
bağladığı, gerçekleşene kadar yaşamı sanki ertelediği...
Acaba hiç düşünüyorlar mı; bu istenen her neyse, gerçekleştiğinde mutlu olunacak mı? O gün, bir gün, bir ay sonra? 

Baba der ki:













Olsa da elinde en büyük kudret,
Verirken titreyen elden isteme evlat...

Yönetim dersleri:)
















Yönetim dersleri 1:

Bir gün bir tavşan, ağaç dalında boş boş oturan baykuşa sordu:
-Senin gibi bütün gün boş boş oturabilir miyim?
-Tabii, neden olmasın.
Tavşan da öyle yaptı. Birdenbire bir kaplan ortaya çıktı ve tavşanı yedi!

NEYMİŞ : Boş boş oturmak için çok çok yüksekte oturuyor olmanız gerek...

---------------------- o ----------------------

Yönetim dersleri 2:

Hindi: Şu ağacın en üst dalına çıkmak istiyorum ama hiç gücüm yok..
İnek: Neden benim dışkımdan biraz yemiyorsun? Onlar besin 
deposudur.

Hindi bir parça dışkı yedi ve gerçekten bunun ilk dallara ulaşacak kadar enerji verdiğini farketti.

Ertesi gün biraz daha yedi ve ikinci dala ulaştı Birkaç gün sonra ağacın en üstüne çıkmayı 
başardı. Aniden bir çiftçi ağacın tepesindeki hindiyi farketti ve onu vurdu.

NEYMİŞ : (Afedersiniz)
Mok yemek sizi en üste çıkartabilir.
Ama orda kalmanızı sağlayamaz...

---------------------- o ----------------------

Yönetim dersleri 3:


Vücut ilk kez bina edildiğinde hangi organın müdür olacağı tartışması başlamış. Beyin, vücudun bütün işlevlerinin kendisine bağlı olduğunu, o olmazsa vücudun yaşayamayacağını söylemiş. Ağız, yemek yemezse vücudun açlıktan öleceğini söylemiş.

Eller, dışarıdaki bütün işi yapanın kendisi olduğunu söylemiş. Birden Döt ortaya atlamış ve müdürün o olması gerektiğini söylemiş.

Bütün organlar ona gülmüş. Buna kızan döt faaliyetlerini durdurmuş. 
Bir gün, iki gün derken organlar artık dayanamamışlar. Ve döt müdür olmuş.
NEYMİŞ : Müdür olmak için beyne sahip olmanız gerekmiyor. Herhangi bir döt bunu yapabilir.

---------------------- o ----------------------

Yönetim dersleri 4:

Küçük bir kuş kışı geçirmek üzere güneye gidiyordu.. Hava çok 
soğuktu ve kuş donarak yere düştü. Yerde öylece yatarken bir inek geldi ve üzerine bir parça dışkı bıraktı. Donmak üzere olan kuş dışkının sıcaklığıyla ısındı.

Çok mutlu oldu, neşe içinde şarkı söylemeye başladı. Ordan geçmekte olan bir kedi kuşun sesini duydu. Onun nerde olduğunu keşfetmekte geçikmedi. Kuşu dışkıdan sıyırdı ve yedi!

NEYMİŞ : 
1. Üzerinize mok atan herkes düşmanınız değildir!
2. Sizi moktan kurtaran herkes dostunuz değildir!
3. Mokun içine düştüysen ve mutluysan,  çeneni kapalı tut!

Forever drunk...

just click on the pic...

Sanat denen şey...











"Vav" ile ilgili meşhur bir hikâye de anlatılır: Osmanlı Devleti’nin en büyük hat sanatı ustalarından biri Hafız Osman’dır. Hafız Osman, emekli olduktan sonra kafa dinlemek için o devrin en sakin semtlerinden biri olan Üsküdar’a yerleşir.
Fırtınalı bir günde kayıkla Beşiktaş’a geçmek ister. Sahilden bir kayığa biner. Yol bitmek üzereyken kayıkçı ücretleri ister. Fakat Hafız Osman, yanına para almayı unuttuğunu fark eder. Tabii artık çok geçtir…
Utana sıkıla Kayıkçıya: “Efendi, yanımda param yok, ben sana bir ‘vav’ yazayım; bunu sahaflara götür, karşılığını alırsın.” der. Kayıkçı, yüzünü ekşitip söylenerek, istemeye istemye yazıyı alır. Bir sonraki gün soluğu bedestende alır. Bakar ki yazılar, levhalar iyi fiyatlara alınıp satılıyor; cebindeki yazıyı çıkarır ve satıcıya götürür. Satıcı yazıyı alır almaz, ‘Hafız Osman Vav’ı’ diyerek açık artırmaya başlar. Sonunda çok iyi bir fiyata satar. Kayıkçı, 5 kuruşluk kayak ücreti yerine tamı tamına 1 altını  kazanmıştır.
Gel gelelim, gene bir gün Hafız Osman karşıya geçmek istediğinde yine aynı kayıkçıyla karşılaşır. Yol bitmek üzereyken ücretler toplanır. Hafız Osman da parayı kayıkçıya uzatır. Kayıkçı, “Efendi, para istemez; sen bir ‘vav’ yaz yeter.” der. Hafız Osman, tebessüm ederek cevap verir kayıkçıya: “Efendi, o ‘vav’ her zaman yazılmaz. Sen dua et de başka bir gün daha para kesemi  evde unutayım…

2 Şey...




Giordano Bruno (16. asır İtalyan düşünürü)
 İki şey 'Kalitesiz İnsan'ın özelliğidir:
1- Şikayetçilik
2- Dedikodu

İki şey çözümsüz görünen problemleri bile çözer:
1- Bakış açısını değiştirmek
2- Karşındakinin yerine kendini koyabilmek

İki şey yanlış yapmanı engeller:
1- Şahıs ve olayları akıl ve kalp süzgeçinden geçirmek
2- Hak yememek

İki şey kişiyi gözden düşürür :
1- Demagoji (Laf kalabalığı)
2- Kendini ağıra satmak (övmek, vazgeçilmez göstermek


İki şey insanı 'Nitelikli İnsan' yapar:
1- İradeye hakim Olmak
2- Uyumlu Olmak


İki şey 'Ekstra Değer' katar:
1- Hitabet ve diksiyon eğitimi almak
2- Anlayarak hızlı okumayı öğrenmek


İki şey geri bırakır:
1- Kararsızlık
2- Cesaretsizlik


İki şey kaşif yapar:
1- Nitelikli çevre
2- Biraz delilik


İki şey ömür boyu boşa kürek çekmemeni sağlar:
1- Baskın yeteneği bulmak
2- Sevdiğin işi yapmak


İki şey başarının sırrıdır:
1- Ustalardan ustalığı öğrenmek
2- Kendini güncellemek


İki şey başarıyı mutlulukla beraber yakalamanın sırrıdır:
1- Niyetin saf olması
2- Ruhsal farkındalık


İki şey milyonlarca insandan ayırır:
1- Sorunun değil, çözümün parçası olmak
2- Hayata ve her şeye yeni (özgün, orijinal, farklı) bakış açısıyla yaklaşabilmek


İki şey gelişmeyi engeller:
1- Aşırılık (mübalağa, abartı, ifrat)
2- Felakete odaklanmış olmak


İki şey çözüm getirir:
1- Tebessüm (gülümseme)
2- Sükut (susmak)


İki şeyin değeri kaybedilince anlaşılır:
1- Anne
2- Baba


İki şey geri alınmaz:
1- Geçen zaman
2- Söylenen söz


İki şey ulaşmaya değerdir:
1- Sevgi
2- Bilgi


İki şey "hayatta önemli olan her şey" içindir:
1- Nefes alabilmek
2- Nefes verebilmek