Berlin'de hakimler var... Burada da var mı?


"Berlin’de hakimler var...!"

Kral II. Frederic güçlü bir kraldır. Yolda giderken bir tepede çok güzel manzaralı bir yer görür. Burasını kendisine saray yapmak ister. Fakat orada bir değirmen vardır. Eski bir değirmen. Kralın askerleri hemen değirmenciye kralın isteğini bildirirler. Değirmenci:
“Burası satılık değildir” der.
Değirmenci inatçı ve aksidir. Satmamakta ısrarlıdır. Askerleri oradan uzaklaştırır. Bunun üzerine Kral onu yanına çağırır. Şöyle der:
“Sanırım askerlerim isteğimi size iyi anlatamamışlar. Ben bulunduğunuz alana saray yaptırmak istiyorum. Değeri ne kadardır? Kaç para istersin?”
Değirmenci:
“Ben değirmenimi satmıyorum. Burası bana babamdan hatıra. Babama da dedemden hatıra. Bahçesinde ikisinin de mezarı var. Ben de öldüğümde oğluma bırakacağım.”
Çevresindeki insanlar değirmencinin deli olduğunu düşünürler. Bunun üzerine Kral Frederic ne istediğini ikinci kez açıklar:
“Yanlış anladınız herhalde. Orayı ben satın almak istiyorum. Kaç para istiyorsunuz?”
Değirmenci:
“Yoo yanlış anlamadım. Dün adamlarınız da böyle söyledi. Tekrar edeyim, yerimi satmıyorum…”
“Delirdin mi sen? Sana vereceğim parayla onun gibi yüzlerce değirmen yaptırırsın. İnat etmeyin, paranızı fazlasıyla vereceğim”
Değirmenci:
“Senin paran çok. Sen de ülkenin istediğin yerine saray yaptırabilirsin. Satmıyorum…”
Kral:
“Be adam senin karşında koskoca kral var. Bana karşı mı geliyorsun. İstersem zorla alırım.”
Değirmenci:
“Hayır Alamazsın… Asıl sen, Berlin’de hâkimler olduğunu unutma. Hiçbir güç, hiçbir siyasal iktidar, hatta kral bile adaletten üstün değildir… Kimse adaletin üstüne çıkamaz. Aksi takdirde orada oturamaz…”
Kral bu cevap üzerine ıslah ettiği mahkemelerin adaletinin 
kendi aleyhine bile güvenildiğini anlar ve 
tarihe geçen şu ünlü sözünü söyler: 
"Hiçbir güç, hiçbir siyaset, hiçbir iktidar kral bile olsa adaletten üstün değildir. 
Hiç kimse adaletin üstüne çıkamaz."

Kral İkinci Friedrich bu yel değirmeninin Prusya Krallığı devam 
ettikçe korunmasını ister ve onun daha altında olan tepeye sarayını 
diker ve adını da değirmencinin ismi olan Sans-Souci Sarayı koyar.

*

Saray ve değirmen günümüzde hala orada bir "Adalet Simgesi" 
olarak yan yana ve birlikte durmaktadır.

Ne güzel bir adalet ki, kralın arka bahçesinde bir değirmenci... 
Adalet, bir kralı ve bir değirmenciyi dost etmiştir. 

Ve belki kim bilir, sabahları Prusya Kralı II. Frederick arka bahçeye 
çıktığında değirmenci seslenir ona;
- "Hey Frederick, ekmek yaptım göndereyim mi?"

Ve belki, Prusya Kralı ​II. Frederick der ki;
- "Adalet her sabah bana, taze ve sıcak bir ekmek kokusuyla gelirdi." 
***
Bu olaydan yıllar sonra, bir Osmanlı Heyeti bir toplantı için Almanya’ya gider. Bu ziyaret sırasında bu hikâyeden söz edilir. Ama bu hikâye, Osmanlı heyeti içindeki genç subaylardan sadece birisinin ilgisini çeker. O, merak eder ve bu sarayı görmek ister, gruptaki arkadaşlarını da çağırır. Ama daha çekici eğlence yerleri varken diğerleri oraya gitmek istemezler.
O genç subay o hikâyedeki sarayı görmekte ısrarlıdır. Bir tek o merak eder bu adaletin simgesi olmuş yeri görmeyi. Değirmencinin değirmenini ve sarayı görmek için çıkar. Orayı bulur ve karşısına geçip saatlerce seyreder bu müthiş yapıları.
Saraya değirmencinin adı verilmiştir yani Sans Souci Sarayı. Ve sarayı görmekte bu kadar ısrarcı olan genç subay ise, ilerde, saltanat ve hilafeti kaldırıp, yerine Cumhuriyeti kuracak ola Mustafa Kemal’dir…
Şimdi bir soru: “Berlin’de hâkimler var; peki, burada da var mı?

Kırık Cam Teorisi...

Image result for kırık cam teorisi


Türkiye neden suç cenneti?
İnsanların Kırmızı ışıkta geçmesini önleyemiyorsanız yaşadığınız ülkenin bir suç cennetine dönüşmesini de önleyemezsiniz.

Nasıl mı? Yakından görelim.

Kırmızı ışık bir sembol,kurallara uymayı belirleyen bir
sembol. Aslolon şudur: Bir ülkede devlet tarafından konulan kurallar rahatlıkla ihlal edilebiliyorsa o ülkede suç işlemek alelade bir alışkanlık ve üstün bir davranış haline gelir. Zira sarsılan devlet otoritesidir akabinde dejenere olan bilinçaltımızdaki kurallara saygı duygusudur... Otoritesini koruyamadığınız devletin hiçbir fonksiyonunu da koruyamazsınız. Güvenlik ve kanunlar buna dahildir.

KIRIK CAMLAR TEORİSİ

"Suçlarla mücadeleyi nasıl başardın" sorusuna New York'un efsane Belediye Başkanı Giuliani'nin cevabı şöyle olmuştu..

"Metruk bir bina düşünün. Binanın camlarından bir tanesi kırıldığında, o camı hemen tamir ettirmezseniz, kısa sürede, yoldan  geçen herkes eline bir taş alıp, binanın tüm camlarını kırar. Benim yaptığım şey ilk cam kırıldığında onu hemen tamir ettirmek oldu. Bir elektrik direğinin dibine ya da bir binanın köşesine, biri, bir torba çöp bıraksın. O çöpü hemen oradan kaldırmazsanız, her geçen, çöpünü oraya bırakır ve çok kısa bir sürede dağlar gibi çöp birikir. Ben ilk konan çöp torbasını kaldırttım."

Çünkü siz bunu yapmadığınızda  insanlar o bölgede düzeni sağlayan bir otorite olmadığını düşünüyor, diğer camları da kırıyorlar. Ardından daha büyük suçlar geliyor; bir süre sonra o sokak, polisin giremediği bir mahalleye dönüşüyor.

Bunu anlayan New York polisi, önce küçük suçların peşine düşmüş. Metroya bilet almadan binenleri, apartman girişlerini tuvalet olarak kullananları, kamu malına zarar verenleri, hatta içki şişelerini yola atanları bile yakalayıp haklarında işlem yapmış.

Kırık Cam Teorisi" ABD'li suç psikologu Philip Zimbardo'nun 1969'da yaptığı bir deneyden ilham alınarak geliştirilmişti.

Zimbardo, suç oranının yüksek olduğu, yoksul Bronx ve daha yüksek yaşam standardına sahip Palo Alto bölgelerine birer 1959 model otomobil bıraktı.

Araçların plakası yoktu, kaputları aralıktı. Olup bitenleri gizli
kamerayla izledi.

Bronx'taki otomobil üç gün içinde baştan aşağıya yağmalandı. Diğerine ise bir hafta boyunca kimse dokunmadı.

Ardından Zimbardo ile iki öğrencisi, sağlam kalan otomobilin yanına gidip çekiçle kelebek camını kırdılar. Daha ilk darbe indirilmişti ki çevredeki insanlar (yani zengin beyazlar) da olaya dahil oldular.

Birkaç dakika sonra o otomobil de kullanılmaz hale geldi. "Demek ki" diyordu Zimbardo, "İlk camın kırılmasına, ya da çevreyi kirleten ilk çöpe, ilk duvar yazısına izin vermemek gerek. Aksi halde kötü gidişatı engelleyemeyiz

SUÇ CENNETİ NASIL OLUŞUR

Kırmızı ışıkta geçilmesini önleyemiyorsanız küçük suçlara
mani olamazsınız. Küçük suçlara mani olamazsanız, büyük suçları engelleyemezsiniz.. Sonuçta ülkeniz sanıkların suç işlemekten endişe duymadığı bir suç cennetine dönüşür. Bunun akabinde suçlularla mücadelede yılgınlığa düşen kanun koyucu sanıklara taviz/af anlamına gelen lehe kanunlar çıkararak adalet denklemindeki erozyonu hızlandırır.

Küçük suçların görüldüğü ceza mahkemelerine bakalım.
Sürekli HAGB (Hükmün Açıklanmasını Geri Bırakma) kararları verdiğimiz sanıkların bir çoğu yeniden suç işleyerek mahkeme huzuruna gelmiyor mu? Hatta bu olay yargıçların şuuraltındaki adli dejeneresyon algısı nedeniyle sanığın kişiliğine bakılmaksızın tüm suçlar için HAGB uygulanması bir hakmış gibi algılanır ve onuncu kez HAGB kararı vermek alışkanlık halini alır.

Buna karşın mağdur ise adalete olan güveni sarsılmış ve kaderine boyun eğmek zorunda kalmıştır. Artık önünde iki seçenek vardır. Ya intikamını kendisi almalı yahut ateşi içine gömmelidir.

Sanık, ise hukuk sistemini test ettiği ilk eylemden büyük
bir zaferle çıkmış ve suç işlemenin korkulacak bir şey olmadığının idraki ile yeni suçlar için yola koyulmuştur.  İşlediği her suç kendine güven tazeletmiş ve bu statünün verdiği korku ile de topluma yönelik bir sindirme hareketine başlamıştır..

Mafya ve çeteleşmenin yolunu açan işte bu tablodur.

Bu yüzden diyoruz ki devlet yani kamu otoritesi bir kural koymuşsa onun takibini dört koldan yapmak zorundadır.  Bundan daha önemlisi devlet, koyduğu kuralların takibini yapmayan kamu görevlisini takip etmekle işe başlamalıdır. Takibin takibini yapmazsınız devlet muz cumhuriyetine döner.   Okulda, iş yerinde, sokakta, yolda veya deniz kenarında… İnsanlar kamu otoritesinin kendi koyduğu kuralları büyük bir titizlikle takip ettiği kanaatine varmalı ve bunu şuuraltına adeta kazımalıdır. Şuuraltına yerleşen bu algı insanların karakteri olur ve kurullara saygı bilinci gelişir. Olması gereken de budur zaten.

Bu sayede insanlar en küçük sorunlarda dahi kanunları
ihlali etmeyi ve suç işlemeyi değil hukuk önünde hesaplaşmayı ilke edinirler. Ancak tatbik edilen cezaların mağdurlar için tatmin edici bir nitelik arz etmesi şartıyla…

Unutmayın… Küçük hataları görmezden gelmişseniz bilin ki daha büyükleri yoldadır.

Erkekler melektir...



Erkeklerin melek olduğunun kanıtı:

Bir gün ormancının biri, dalları nehrin üzerine sarkan ağacın dallarını keserken baltasını suya düşürür.

- "Aman tanrım" diye bağırdığında bir peri belirir ve "Ne diye bağırıyorsun?" der.

Ormancı baltasını suya düşürdüğünü ve yaşamını sürdürebilmek için o baltaya ihtiyacı olduğunu söyler.

Peri suya dalar ve elinde bir altın balta ile tekrar belirir.

''Baltan bu muydu ?" diye sorar.

Ormancı "hayır" diye cevaplar.

Peri suya tekrar dalar ve bu sefer elinde gümüş bir balta ile tekrar belirir ve yine sorar. "Baltan bu muydu?"

Ormancı yine "hayır" diye cevaplar.

Peri suya tekrar dalar ve bu sefer elinde demir bir balta ile tekrar belirir ve yine sorar. "Baltan bu muydu?"

Ormancı "evet" der.

Ormancının dürüstlüğü perinin çok hoşuna gider ve baltaların üçünü de kendisine verir.

Ormancı mutlu bir şekilde evine döner.

Bir zaman sonra ormancı eşiyle birlikte nehir boyunca yürürken karısı suya düşer.

Ormancı "aman tanrım" diye bağırır.

Peri yine belirir ve sorar: "Ne diye bağırıyorsun ?"

Ormancı "karım suya düştü" der.

Peri suya dalar ve Jennifer Lopez ile birlikte geri döner.

"Senin karın bu mu?" diye sorar.

Ormancı "evet" der.

Peri sinirlenmiştir, "Yalan söylüyorsun, gerçek bu değil" der.

Ormancı "özür dilerim peri, ortada bir yanlış anlaşılma söz konusu. Eğer Jennifer Lopez için hayır deseydim, bu sefer CatherineZeta-Jones ile geri dönecektin, ona da hayır deseydim karımla dönecek ve her üçünü de bana verecektin.

Oysa ben fakir bir adamım ve üç karımın sorumluluğunu taşıyabilecek durumda değilim. Jennifer Lopez'e evet dememin sebebi budur.."

Bu hikâyeden alınacak ders:
Ne zaman bir erkek yalan söylüyorsa bunun iyi ve saygın bir nedeni vardır ve bu başkalarının yararı içindir. Kendileri için bir şey istiyorlarsa ekmek çarpsındır...

4 ihitimalli denklem...

Image result for deveye öğretmek


Bir gün Padişah demiş ki, 'Benim deveye konuşmayı öğretene bin altın veriyorum. Öğretemezse kellesini keseceğim.'

Adamın biri çıkmış 'Ben on senede öğretirim deveye okuma yazmasını' demiş ve altınları peşinen almış. 

Arkadaşları, adama 'Devenin öğreneceği yok. Deli misin?' diye sormuşlar. 

uyanık adam cevap vermiş : '4 ihtimal var. 

1. bu 10 senede deve ölür, 
2. padişah ölür, 
3. ben ölürüm.
4. bakarsınız deve okuma yazmayı çözer.'


Yavaş ölürler...

Image result for life and death


Yavaş yavaş ölürler
Seyahat etmeyenler.
Yavaş yavaş ölürler
Okumayanlar, müzik dinlemeyenler,
Vicdanlarında hoşgörüyü barındıramayanlar.

Yavaş yavaş ölürler
Alışkanlıklarına esir olanlar,
Her gün aynı yolları yürüyenler,
Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,
Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile
girmeyenler,
Bir yabancı ile konuşmayanlar.

Yavaş yavaş ölürler
Heyecanlardan kaçınanlar,
Tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki pırıltıyı
görmek istemekten kaçınanlar.

Yavaş yavaş ölürler
Aşkta veya işte bedbaht olup yön değiştirmeyenler,
Rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar,
Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin dışına
çıkmamış olanlar 

Pablo Neruda


Pear Harbour'dan Çorlu'lu Ali Paşa şadırvanına...

Image result for çorlulu ali paşa şadırvan


Pearl Harbor'u bilirsiniz herhalde.. Bilmeyenlere de geçen yıllarda filmi öğretti.
Japon uçakları Amerikan 
donanmasını bir sabah ansızın bastılar ve tam 96 zırhlıyı batırdılar.. Oysa Hawaii'deki bu limanda, 97 donanma gemisi vardı.. Birine dokunmadılar.. Niye?..
Çünkü o geminin tepeden bakılınca bembeyaz görünen güvertesinde bir kızıl haç vardı.. O hastane gemisi idi.. Bombalar ve kamikazelerle dalan Japon uçakları hastane gemisine dokunmadılar. Çünkü o gemi orada, öldürmek değil, yaşatmak için demirliydi.. 
Adı Solace.. Türkçesi Teselli.. Üzüntü azaltan..
Solace savaş boyu Amerikalı annelerin üzüntüsünü azalttı. Tam 25 bin genci ölümden kurtardı, Amerika'ya taşıdı.. Ülke limanlarına her gelişinde, umutla umutsuzluk karmaşasındaki kafaları ile anneler iskeleye koştular.. "Benim oğlum da geldi mi?.."
Savaş sonrası hayatlarını Solace sayesinde kurtaran gençler bir dernek kurar ve bir madalya yaparlar.. Üzerinde Solace'nin kabartması olan bir madalya.. Ve bunu gururla takarlar..
Devlet rahatsız olur.. İkinci Dünya Savaşı'ndan böyle savaş karşıtı bir sonuç çıkar mı?..
Solace gemisini yok etmeye karar verirler.. Gemi sapasağlam.. Pırıl pırıl.. Jilet olur mu?.. Savaş sonrası yere serilmiş ekonomi her dolara muhtaç.. Uzak bir ülkeye satarlar.. Makyajını değiştirip bambaşka bir amaçla kullanması için..
O uzak ülke Türkiye.. Yok yahu!.. O gemi, ünlü Ankara!.. Hastane gemisinden transfer gezi gemisi Ankara..
Vay canına!..
Türkiye, bugün Amerikalılar için belki de hac yeri olacak, Gelibolu'nun Anzaklar'ı çektiği gibi bir turizm anıtına dönüşecek Solace'nin kıymetini bilmez.. Şefik Kaptan'la yaptığı Avrupa seferleri dillere destan olan Ankara sonunda ihtiyarlar ve jilet yapılmak üzere hurdacılara teslim edilir..
1980'li yılların başında Ankara, İzmir'de sökülürken, yılların söktüğü bir eski anıt da İstanbul'da dikilmektedir. Haliç Tersanesi'ndeki Çorlulu Ali Paşa Camisi'nin şadırvanı.. Restorasyon gelir çatıda takılır.. Çatı kurşun.. Kıtlık yılları.. Kurşun yok.. Etibank dahi geri çevirir.. "Kurşun yok.." Şadırvan çatısız kalacak.. Dört bir yana duyururlar..
"Kimde kurşun varsa.."
Aliağa'da Ankara'yı söken hurdacılardan haber gelir.. "Gelin bizde var, alın.."
Bre aman.. Gemide kurşun olmaz.. Ankara'da niye olsun.. Çaresizler ya... Gider bakarlar.. Gerçekten Ankara'nın sayısız kamaralarından biri, tamamen kurşunla kaplı..
Niye?.. Çünkü burası Solace'nin röntgen odası.. Radyasyonun dışarı sızmaması lazım..
Şimdi yolunuz Haliç'e düşerse, Çorlulu Ali Paşa şadırvanından bir tas su içerseniz, ya da yüzünüze iki avuç su atarsanız serinlemek için, unutmayın.. Çatısına da bakın..
Orada, İkinci Dünya Harbi'nde, Pearl Harbor'da Japonlar'ın batırmadığı tek gemiden bugüne kalan son izleri göreceksiniz..

Future jobs, PwC...




Gelecek...

Image result for future time


Alman Yazar Udo Gollub, geçtiğimiz günlerde korkutucu ve bir o kadar da hayatımızı etkileyebilecek, geleceğe dair öngörülerini paylaştığı bir yazı yayınladı. Yazının tam metni. 
Mercedes Benz‘in müdürü, yakın zamanda verdiği bir röportajda; artık rakiplerinin diğer araba firmaları değil Tesla, Amazon, Google, Apple ve benzeri teknoloji şirketleri olduğunu söyledi. Asla değişmeyen 3 şeyin olduğu söylenir: 
Ölüm, 
Vergiler 
ve Değişim!
Önümüzdeki 5-10 yılda yazılımlar, geleneksel endüstrilerin çoğunluğunu rahatsız edecek.
Uber, sadece bir uygulama ve bir tane bile arabası yok ancak yine de dünyanın en büyük taksi şirketi konumunda.
Airbnb, dünyanın en büyük hotel şirketi ancak hiçbir mülkleri yok.
Yapay Zeka
Bilgisayarlar dünyamızı anlamada katlanarak artan bir şekilde daha iyi oluyorlar. 2016’da bir bilgisayar dünyanın en iyi go oyuncusunu yendi ki bu beklenenden 10 yıl daha önce gerçekleşti.
ABD’deki genç avukatların iş bulması çok zor hale geldi. Çünkü IBM‘in Watson uygulaması sayesinde sadece saniyeler içinde yasal danışmanlık alabiliyorsunuz ve bunu 90% oranında başarıyla yapıyor ki insan eliyle yapılanlar başarı oranı 70%.
Eğer hukuk okuyarsanız, en kısa zamanda bırakın çünkü gelecekte %90 daha az avukata ihtiyaç olacak ve sadece uzmanlar kalacak piyasada.
Watson, insan hemşirelere kıyasla 4 kat daha başarılı bir şekilde kanser teşhisinde bulunabiliyor. Facebook‘un sahip olduğu yüz tanıma uygulaması, yüzleri insanlardan daha başarılı bir şekilde tanıyabiliyor. 2030’da, bilgisayarlar insanlardan daha akıllı olacaklar.
Otonom (Kendi kendini süren) Arabalar
2018’de, ilk kendi kendine giden arabalar halka sunulacak. 2020 civarında tüm endüstri bundan kötü etkilenecek. Artık bir araba sahibi olmak istemeyeceksiniz. Telefonunuzla bir araba çağıracaksınız ve olduğunuz yere gelip sizi istediğiniz yere götürecek. Arabayı park etmenize gerek olmayacak, sadece ücreti ödeyeceksiniz ve yolculuk esnasında çalışabileceksiniz. Çocuklarımız asla ehliyet ve araba sahibi olmayacaklar.
Bu durum şehirleri de değişterecek çünkü 90-95% daha az arabaya ihtiyaç duyacağız. Otoparkları, park alanlarına çevirebiliriz artık. Tüm dünyada her yıl yaklaşık 1,2 milyon insan araba kazalarında hayatını kaybediyor. Günümüzde 100 kilometrede 1 kaza anlamına geliyor bu. Özerk arabalar bu oranı 10 milyon kilometrede 1 kazaya düşürecek. 1 milyondan fazla insanın hayatı kurtulmuş olacak her yıl.
Araba firmalarının çoğunluğu da büyük ihtimalle batmış olacak. Geleneksel araba firmaları evrimsel bir yolla daha iyi arabalar üretmeye çalışıyor ancak teknoloji firmaları (Tesla, Apple, Google…) devrimsel bir yolu tercih edecekler ve tekerlekleri olan bir bilgisayar inşa edecekler.
Audi ve Volkswagen‘daki birçok mühendis, Tesla‘dan korkuyor.
Sigorta şirketleri çok büyük sorunlar yaşacaklar çünkü kazalar azaldıkça sigorta fiyatları da düşecek. Araba sigortası modelleri yok olacak.
Emlak piyasası da değişecek. Çünkü insanlar evden işe giderken yolda çalışabiliyorlarsa daha uzak yerlerdeki daha güzel mahallelerde yaşamayı tercih edecekler.
Elektrikli arabalar 2020’lerde çok yaygın olacak. Ayrıca tüm yeni arabalar elektrikle çalışacağı için şehirlerde daha az gürültü olacak. Elektrik inanılmaz bir oranda ucuz ve temiz olacak: Güneş enerjisi üretimi 30 yıldır katlanarak artıyor ancak şimdiden yarattığı olumlu etkiyi görebilirsiniz.
Geçtiğimiz yıl, fosil yakıtlardan daha fazla Güneş enerjisi paneli kuruldu. Enerji firmaları, evlere Güneş enerjisi sektöründe rekabeti azaltmak için çaresizce diğer firmaların sektöre girişini limitlemeye çalışıyor ancak teknoloji bunun da üstesinden gelecektir.
Ucuz elektrik, ucuz ve verimli suyu da beraberinde getiriyor. Deniz suyunun arındırılmasının maliyeti metreküp başına 25 cent olmuş durumda. Dünyanın birçok bölgesinde yetersiz su kaynağı yok sadece yetersiz içilebilir su kaynağı var. Eğer neredeyse hiç bir maliyet olmadan herkes istediği kadar temiz suya ulaşabilirse neler olur bir hayal edin.
Sağlık
Tricoder X‘in fiyatı bu sene duyurulacak. Bazı firmalar Tricorder (Star Trek‘de medikal tarama yapan bir cihaz) denilen ve telefonunuzla çalışan bir medikal cihaz üretiyorlar. Bu cihaz sayesinde retina taraması yapabilir, kan ve nefes örneklerinizi sisteme yükleyebilirsiniz.
Cihaz, 54 biyogöstergeyi analiz ederek neredeyse tüm hastalıkları tanımlayabilecek. Ve ucuz olacağından neredeyse dünyadaki herkesin bu medikal sisteme erişimi olabilecek. Hoşçakal, tıbbi kurumlar.
3D Yazıcılar
Son 10 yılda en ucuz 3D yazıcının fiyatı 18.000$’dan 400$’a düşerken hızı da yaklaşık 100 kat arttı. Tüm büyük ayakkabı firmaları çoktan 3D yazıcılarla üretime başladılar.
Bazı uçak yedek parçaları çoktan 3D yazıcılarla üretilmeye başlandı. Uzay istasyonunda bulunan 3D yazıcı sayesinde de eskiden yanlarında taşımak zorunda oldukları onca yedek parçayı elimine ettiler bile.
Bu yılın sonunda akıllı telefonlar 3D tarama özelliklerine sahip olacaklar. Artık telefonunuzla ayağınızı tarayıp evde ayağınıza mükemmel uyan bir ayakkabı üretebileceksiniz.
Çin’de 6 katlı bir ofis binası 3D yazıcıyla üretildi bile. 2027’yılına geldiğimizde üretilen her şeyin 10%’u 3D yazıcılardan çıkmış olacak.
İş Fırsatları
Eğer girmek istediğiniz bir iş fikri varsa, kendinize sorun: Gelecekte bu iş var olacak mı?. Eğer cevabınız evet ise bunun gerçekleşmesini nasıl hızlandırabilirsiniz?
Eğer bu iş telefonunuzla çalışmayacaksa unutun o fikri. 20. yüzyıl’da başarıya ulaşması için tasarlanan her iş fikri 21. yüzyıl’da başarısızlığa uğrayacaktır.
İş
Önümüzdeki 20 yılda, günümüzdeki işlerin 70-80%’i ortadan kalkacak. Elbette gelecekte yeni işler olacak ancak herkes için yeteri kadar olacak mı bu kadar kısa sürede, orası belli değil.
Tarım
Gelecekte 100$’lık bir tarım robotu olacak. 3. Dünya ülkelerindeki çiftçiler, tüm gün tarlada çalışmak yerine kendi robot çiftçilerinin yöneticisi olabilecekler.
Topraksız tarım çok daha az su ile yapılacak. Petri kapında yetiştirilen ilk et hazır bile ve gelecekte gerçek hayvandan üretilen etten daha ucuz olacak. Günümüzde tüm tarım arazilerinin 30%’u inekler için kullanılıyor. Eğer bu alanlara ihtiyacımız olmazsa neler olur hayal edin. Böcek proteinini yakın zamanda piyasaya sürmeye hazırlanan yeni girişimler var. Böcekler normal etten daha fazla protein içeriyor. Bu ürünler alternatif protein kaynağı olacak etiketlenecekler çünkü birçok insan hala daha böcek yeme fikrine sıcak bakmıyor.
“Moodies” adı verilen ve hangi ruh halinde olduğunuzu tespit eden bir uygulama var. 2020’de yüz ifadelerinizden yalan söyleyip söylemediğinizi anlayabilecek uygulamalar olacak. Bu uygulamanın kullanıldığı ve katılımcıların yalan söyleyip söylemediklerinin yayınlandığı bir siyasi tartışma programını hayal edin.
Bitcoin, gelecekte dünyanın olağan para birimi haline gelebilir.
Uzun Ömür
Günümüzde her yıl ortalama insan ömrü yaklaşık 3 ay uzuyor. 4 yıl önce ortalama insan ömrü 79 yıldı, günümüzde ise 80 yıl oldu. Ortalama artışın kendisi bile artıyor. 2036’ya geldiğimizde, ortalama 1 yılda 1 yıldan daha fazla artacak. Yani hepimiz çok çok uzun hayatlar yaşayabiliriz, büyük ihtimalle 100 yıldan uzun hayatlar.
Eğitim :
10$ gibi bir fiyata Asya ve Afrika’da en ucuz akıllı telefonlara ulaşabileceksiniz. 2020’ye geldiğimizde insanların 70%’i akıllı telefon sahibi olacak. Herkesin dünya seviyesinde bir eğitime erişimi olacak demek bu.
Her çocuk, 1. dünya ülkelerindeki çocukların okulda öğrenmesi gereken şeyler için Khan Academy‘yi kullanabilir. Uygulamayı Endonezya’da yayınladılar bile. Yakında da Arapça, Svahili ve Çince sürümleri de çıkacak. Eğer İngilizce uygulamayı bedava yayınlarsak olağanüstü bir potansiyel görüyorum. Yarım yıldan kısa bir sürede Afrika ve dünyanın geri kalanındaki çocuklar akıcı bir İngilizceye sahip olabilir.
Dr.Batu Aysal

57.Alay sancağı...


Resimdeki sancak, Çanakkale Savaşı’nda son erine kadar şehit olan Kahraman 57nci Alay'ın Sancağıdır. 

Öyle ki; Çanakkale Savaşı sırasında mevcudunun 3'te 2'si şehit olan ancak cepheyi terk etmeyen 57. Alay büyük bir kahramanlık örneği sergilemişti. Daha sonra birçok cepheye giden 57. Alay sergilediği kahramanlıklardan dolayı dünyada en çok madalyaya sahip ve en kahraman alay olarak nitelendirilmektedir.
Öte yandan 57. Alay'a saygıdan dolayı TSK'da hala 57. Alay bulunmamaktadır.

Hâlen Melbourne-Avusturalya müzesinde sergilenmekte olan sancağın tanıtım plâketinde şöyle yazmaktadır: 
"Bu Alay Sancağı Gelibolu savaş alanından getirtilmiştir, ama esir edilmemiştir. Türk Ordusu'nun geleneklerine göre bir alayın sancağı, alayın son eri ölmeden teslim edilemez. Bu sancak, sonuncu muhafızın da altında ölü olarak yattığı bir ağacın dalına asılı olarak bulunmuştur. Kahramanlık timsali olarak karşınızda duran bu Türk Alayı Sancağını selâmlamadan geçmeyin"