"Struma..."


KEYWORDS :
769 yolcu. 1 kurtulan. rus denizaltı batırdı. kandırılan yahudileri dolandıran firmanın sahibinin de bir yahudi olması ise ağaç/balta sapı dilemasını akla getiriyor. ruhsuz, korkak, içine sinmiş dış politikanın tarih sayfalarımıza bıraktığı utanç hikayelerinden biri.
NE OLMUŞTU?
1941 yılında istanbula gelen gemidekilerin amacı filistine ulaşmaktı. aslında bunlar bir bakıma umut tacirleri tarafından kandırılmışlardır. zira bu yolculuğa başlanmadan aylar önce gazetelere titanik modeli yat resimleri koyup romanyanın kalburüstü yahudilerinden yüklüce miktar para alınmıştır ama bunlar son derece kötü bir gemiye bindirilerek filistine ulaşmak üzere yola çıkarılmışlardır. geminin motorları kısa zamanda bozulur. bu gemi 15 aralık 1941de istanbula ulaştıktan sonra yoğun uğraşlara rağmen karaya alınmamıştır. bunun en önemli nedenlerinden biri ingilterenin türk hükümeti üzerindeki baskısıdır. gemiden önemli bir petrol şirketi sahibi aile koç tarafından indirilmiştir diplomatik bir sürü yoğun işlem sonucunda. bu gemiden istanbula indirilen bir başka kişi ise 9 aylık hamile olan bir kadındır bunların dışında gemiden yüzerek kaçıp karaköye çıkan bir genç yakalanarak gemiye tekrar bindirilmiştir. ayrıca bu gencin gömleğini satarak annesine bir kart yolladığı da belgeler arasında mevcuttur. kartta yazan yazı şöyledir; "annecim merak etme biz iyiyiz. şu an istanbuldayız. bu kartı gömleğimi satarak satın aldım. kendinize iyi bakın bizi merak etmeyin." bir buçuk iki ay kadar istanbulda bekletilmiştir gemi. ilk haftalarında yiyecek yardımında bile bulunulmamıştır daha sonraysa yahudi cemiyetleri tarafından yiyecek yardımı yapılmıştır. işin ilginç taraflarından biri dondurucu bir kış yaşanmasına rağmen istanbulda nasıl olup da o insanların hayatta kaldığıdır... çünkü dönem gazeteleri incelendiğinde insanların yolda bir yerden bir yere giderken donduğu yazılıdır. en sonunda ingiltere 18 yaş altı çocukların istanbula indirilmesine izin verir fakat bu sefer ismet inönü sert davranarak bu çocukları da istanbula indirmez ve karadeniz sınırının 3-4 mil açıklarına romorklarla gönderir bu motoru çalışmayan gemiyi... bazı söylentilere göre bunun yapılmasının nedeni akıntıyla tekrar türkiye karalarına vurmasının beklenmesidir sabaha kadar. bir başka söylentiye göreyse ingiltereye karşı bi tepkidir bu yaptığı. sonuç olarak bu yapılan gayrı insani bir şeydir... büyük bir insanlık ayıbıdır. bilindiği kadarıyla gemi romorklar tarafından saat 12 de oraya bırakılmıştır. saat 10da ise gemi patlatılmıştır. gemiden kurtulan tek kişi o zamanlar 19 yaşında olan david stoliardır. türk hükümetinin bu kadar katı davranmasının nedenlerinden biri yahudileri taşıyan silivride batan nehir kayığıdır. türkiye tarafsız olduğu için daha önce yahudileri taşıyan gemileri geçirmekteydi ama bu olay katı bir tutuma itmiştir türkiyeyi. ikinci dünya savaşı sonrasında karadeniz açıklarında batan struma için ve başka bir gemi bombalama olayı için almanyaya açılan bir dava sonrasında alman hükümeti çok önemli bir deniz tarihçisini olayı araştırması için görevlendirdi. iki yılı aşan araştırmalar sonucunda bulunan kaynaklar o gemileri sscb'in torpillediği yönünde. ayrıca bu torpilleyenlerin seyir defterimsi notlarında da yazılıdır. çeşitli bahanelerle batırdıkları yazdıkları gemilerin batma saatleri struma ve 1944te batan diğer 3 gemi ile tamamen uyuşmaktadır.

Ağaç : "Ne yazık ki senin sapın da bir ağaç..."


Boraltan katliamı @1945

Boraltan Köprüsü Katliamı
Yer Türk – Rus sınırında ki Boraltan Köprüsü sınır karakolu; Ülkede Milli Şef devri bütün acımasızlığı, bütün şiddetiyle yaşanmaktadır. Rus esaretine dayanamayan bir grup Türk, anavatanlarına kavuşmak, esaretten kurtulup, hürriyetle kucaklaşmak için, Rusya’dan kaçıp, Türk sınır karakoluna sığınıyorlar.
Türk sınır karakolunda müthiş bir panik; Ankara ile durmadan görüşmeler yapılıyor, karşılıklı kriptolar çekiliyor.
Devir Milli şef devri dedik ya; her şey iki dudak arasında. Sığınanlar ya öz yurtlarına kabul edilecekler, yada Boraltan Köprüsü’nün öbür ucundaki karakolları önünde tanklarıyla bekleyen Rus müfrezesine teslim edileceklerdir.
Türk toprağını öpmeyip adeta yalayan, Türk bayrağını göz yaşları ile sulayan, çocuklu – çocuklu, kadınlı ihtiyarlı grup, öz vatanlarının kendilerine sahip çıkacaklarından emin, bekliyorlar.
Ankara’dan gelen emir korkunç;
“-Ülkelerine iade edin!.”
Sınır karakolumuzda şaşkınlık ve inanılmazlık had safhada. Teyit üstüne teyit isteniyor. Emir aynı;
“-Ülkelerine iade edin!.”
Sınır karakol komutanı genç subay, çaresizlik içerisinde kendilerine sığınan bir avuç öz kardeşini Rus’lara teslim ettikten sonra olacakları aşağı, yukarı tahmin ediyor fakat yapacak bir şey yoktur. Ankara’dan gelen acı haberi karakollarına sığınan esir Türk evlatlarına çok zor cümlelerle anlatıyor. Vatanım, Bayrağım diyerek ülke sınır karakoluna sığınan bir avuç Türk, artık Ruslara iade edilecektir.
Boraltan köprüsünün öbür başında kanlı dişlerini sırıtıp göstererek bekleyen Rusların ne yapacaklarını iyi bilen sığınmacı bir avuç vatan evladı, Türk karakol yetkililerine yalvarıyorlar.
“-Ne olur bizleri siz öldürün onlara teslim etmeyiniz. Hiç değilse kendi toprağımızda, kendi Bayrağımızın altında ölelim.”
Bir avuç Türk, Ankara’nın, Türkiye’nin ve sınır karakolu personelinin gözleri önünde Rus’lara zorlukla iade ediliyorlar.
Karşı tarafta bekleyen Rus müfrezesi tarafından elleri ayakları bağlanan soydaşlarımız, hemen orada, Boraltan sınır karakolu personelimizin gözleri önünde kuruşuna diziliyorlar.
Karakol komutanı genç subayın gördüklerine dayanamayıp evine izine geldiğinde intihar ettiği de hala anlatılmaktadır.
Olayın vahametini bir şiirinde anlatan Azerbaycanlı şair Elmas Yıldırımın şiiri o günlerde meşru olmayan yollardan elimize ulaştırılmıştır. Elmas Yıldırımın şiiri çok uzun. Fakat ana tema aşağıdaki dörtlük’te verilmiştir:


Bir bayrakta uldızımız ayımız.
Nerden doğru bu imansız gayrılık.
Ben ne diyen bu vefasız dağlara,
Öz gardaşı dönek olan ağlara…


Boraltan bir köprü, aşar geçer arası
Yunsalar da suyuyla, çıkmaz yüzün karası
Düşman bekler karşıda, önüne kattı beni
Can alınan çarşıda, kardeşim sattı beni


Döndüm geri de sordum, paşasına erine
Beni siz vursaydınız şu Moskof’un yerine...