Mehmet uzanmış yatıyor...















Mehmet uzanmış yatıyor...
Ama sanma ki ölmüş, sanma ki uyuyor...
Mehmet uzanmış yatıyor...
Demir yumruğunu sıkıyor... 
Sıkı sıkı...
Dün de...
Bugün de...

"Söz konusu vatan ise, gerisi teferruattır" K.Atatürk
















Yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan?


Game theory : Prisoners dilemma

Oyun teorisinde ve sosyal bilimlerde son derece ünlenen bir işbirliği-rekabet modeli. 

Adını yeterli delilin bulunamadığı bir vakada iki suç ortağının birbirinden ayrı odalarda sorgulandığı bir polisiye sorgu tekniğinden alır. Sanıklardan her birisine, 'itiraf' etmesi halinde küçük bir ceza alacağı söylenir. Ama sonucu belirleyen şey itiraf edip etmeme değil, sanıkların birlikte mi yoksa tek başlarına mı hareket edecekleridir. 

Her ikisinin de susması, en iyi sonucu verecektir (karşılıklı işbirliği). Her ikisinin de itiraf etmesi (karşılıklı rekabet), azaltılmış da olsa her ikisinin de ceza alması anlamına gelecektir. Birinin susup diğerinin konuşması ise (tek taraflı rekabet) konuşanın hafif, susanın ağır ceza alması demektir. En iyi seçenek her iki tarafın da susmasıdır ama kişi için en düşük risk, itiraftır. Bir tür  toplamı sıfırsız olan bu model işbirliği ve rekabetle ilişkili güdülerin araştırılmasında kullanılır.


You and a friend have committed a crime and have been caught. You are being held in separate cells. You are both offered a deal but have to decide what to do. But you are not allowed to communicate with your partner and you will not be told what they have decided until you have made a decision.
Essentially the deal is this.

  • If you confess and your partner denies taking part in the crime, you go free and your partner goes to prison for five years.
  • If your partner confesses and you deny participating in the crime, you go to prison for five years and yor partner goes free.
  • If you both confess you will serve four years each.
  • If you both deny taking part in the crime, you both go to prison for two years.

What do you do?

The dilemma you are faced with is that it is better for you to confess, UNLESS you both deny taking part in the crime. BUT, if you think that you partner will deny taking part, then you CONFESS and go free. See the dilemma?

Avukat dostlarıma... kusura bakmasınlar:)

Genç bir avukat, Karadeniz'de genç bir kıza aşık olur. Flört ederler.

Birgün kız gelir derki: "2 Aylık hamileyim". Avukat kızı sevmektedir. "Peki ne yapacağız şimdi?" der. "Gelip isteyelim seni ailenden".

Kız: "Aman" der. "Sakın. bu şekilde bizimkiler beni öldürür gene sana vermezler. Bizim buralarda bunlar namus meselesi. Sen dur. Ben zaman içinde onlara uygun bir şekilde anlatırım, sonra da sana haber veririm" der.

"Tamam" der avukat. Ve başlar beklemeye. 1 hafta, 1 ay, 3 ay, 5 ay, 1 sene, 3 sene derken zaman geçer. Kızdan haber yok.

5 sene sonra birgün yolda görür kızı. Ufak bir çocuğun elinden tutmuş yürümektedir. Hemen koşar yanına avukat: "Aşkım. Neden bana haber vermedin? Yoksa bu da benim çocuğum mu? Onca zaman senden haber bekledim. Hani onlarla konuşup bana haber verecektin..."  der.

Kız ise bir iç çeker: "Konuştum" der. "Ailemle sonra konuştum. Anlattım onlara uygun zamanda. Onlar da anlayışl karşıladılar aslında".

"Eeeeee..." der avukar heyecanla.

"Sonra aile meclisi toplandı" der kız. Konuştular. Karar verdiler:

 "Ailemizin içine bir avukat geleceğine, bir piç gelsin" dediler :))

Mehmet Akif'ten...

...
Üçbuçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam;
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir, aşığım istiklale;
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale!
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
Kanayan bir yara gördümmü yanar ta ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırma da geç git, diyemem aldırırım.
...

Mehmet Akif Ersoy

Napolyon'dan...



Seninle aynı fikirde olmadıklarını söyleyenlerden korkma,
seninle aynı fikirde olmayıp ta bunu söyleyecek cesareti olmayanlardan kork!

Napolyon Bonapart

bırakıp gittiğin kadarız...





Bir dönüşle dönüyoruz
Yorgunuz, tenimiz esmer
İçimizde mağrur bir hüzün
Yaralarımız var eczası olmayan vurgunlar
En çok kadınlarımıza yakışan ağlamakla
En çok erkeklerimize dokunan çaresizlikle
Yaklaşıyoruz hayatın ikindisine
Biraz daha yaklaşıyoruz
Bir el uzatımında akşamın alacasındayız
Bu
Senin gidişinin hemen ertesinde
Dudaklarımızın kuruduğu
Suların çekildiği
Kızıl Denizin Diclenin
Önümüzde Musa elimizde asa ile
Yarıp geçtiğimiz Nilin
Ve eteklerimizi savura savura
Tükettiğimiz birlikteliğimizin ardından
Kayıp giden yıldızların şarkısı gibiyiz
Bir dönüşle dönüyoruz
Ne güzel oluyordu
Sağımıza dönüp seni görünce
Ne güzel oluyordu
Düştüğünde önümüze
Adı safranlara sarılı bir aşk gibi maceramız
Adı kıskanç kervanların zümrüt yüklerinde yazılı
Adı Leyla
Bir vaveyla kadar dokunsanız ağlamaklıyız
Bir dönüşle dönüyoruz
Belki baksak arkamıza ordasındır
Bu efsunu kaybetmek istemiyoruz
Hiç bir şeyini istemiyoruz aslında dünyanın
İncisini yakutunu ipek yumuşaklığını yastıkların
Bebeğin yüzümüze dokunuşunu istemiyoruz
İşlerimizin limanlığını
Ocağımızın sıcaklığını bile istemiyoruz
Bir dönüşle dönüyoruz
Seni unutmamak için şaşkın
İnanmamak için ölümüne inanıyoruz
Gittin mi aramızdan
Elini çektin mi üzerimizden
Bizi yetim
Şehrini öksüz bıraktın mı
Ne yapalım işte
Ağlamamayı beceremiyoruz
Isırdıkça kanayan dudaklarımızdan
Dökülen boş sözlerle birbirimize soruyoruz
Hava nasıl
Saat kaç
Yine çayırların yeşilliğinde otlayan kuzularımızın arasındayız
Yine çayırların üstünde matem işliyoruz
İnceldiği yerden kopan dünya
Bir araftan yol bularak başımıza düşüyor
Gökkubbe patlıyor tepemizde
Hissediyor anlıyor ama anlatamıyoruz
Bir dönüşle dönüyoruz
Bırakıp gittiğin kadarız
Hiç yağmur yağmıyor
Yorgunuz, tenimiz esmer
İçimizde mağrur bir hüzün
En çok kadınlarımıza yakışan ağlamakla
En çok erkeklerimize dokunan çaresizlikle
Yaklaşıyoruz hayatın ikindisine
Ne yapalım
Hiç yağmur yağmıyor
Sensiz yürüyünce
Bir dönüşle dönüyoruz
Kıyamet bize
Kıyamet bize
Sen yine de merhamet et bize
Merhamet et bize
Merhamet et bize


İbrahim SADRİ

Cemal Süreyya'dan...




DÜŞÜNCESİ DEĞİL, KENDİSİ
Çiçekleri sulayan adamın
Bir sürü adı vardır.
Üsküdara'a at yollar.

Fırat suyu bütün bir bölgeyi
Takma adlarla dolanmak
Zorundadır.

Ölüm güney yarımkürede
Çok sığ ve sonsuz geniş
Bir ırmaktır
Ganj da derler ona

Ölüm deyince

Zamansızlığın ortalarında
İstanbul'da enderun ağaları
Padişahın buyruğuyla
Kartopuna tutar birbirini

Cemal SÜREYA
 

Can Yücel olmazsa olmaz...


"O olmazsa yaşayamam" demeyeceksin.
Demeyeceksin işte...
Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki...


Çok sevmeyeceksin mesela.
O daha az severse kırılırsın,
Ve zaten genellikle O daha az sever seni, Senin O'nu sevdiğinden.
Çok sevmezsen, çok acımazsın.


Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Çalıştığın binayı, masanı, telefonunu, kartvizitini...
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin,
Senin değillermiş gibi davranacaksın.


Hem; hiçbir şeyin olmazsa kaybetmekten de korkmazsın,
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde,
Paldır küldür yürüyebileceksin...


İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin, güneşi, ayı, yıldızları...
Mesela Kuzey Yıldızı, senin yıldızın olacak,
"O benim" diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir Şeylerin...


Mesela gökkuşağı senin olacak,
İlle de bir şeye ait olacaksan; renklere ait olacaksın.
Mesela turuncuya ya da pembeye,
Ya da Cennet'e ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden, çok ait olmadan yaşayacaksın...


Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat,
İlişik yaşayacaksın,
Ucundan tutarak..